Sevilen Birinin Kaybı: Kayıp ve Yas Terapisi

TRAVMA TERAPİSİ

Gidenin Ardından;Sevilen Birinin Kaybı

Çoğu insan hayatında bir noktada mutlaka bir kayıp yaşayacaktır.  Yas, herhangi bir kayıp biçimine verdiğimiz tepkidir.

Yas süreci, derin üzüntüden öfkeye kadar çeşitli duyguları kapsar. Önemli bir kayba uyum sağlama süreci, bir kişiden diğerine önemli ölçüde değişebilir. Çoğu zaman bir kişinin geçmişine, inançlarına ve kaybettikleriyle ilişkiye bağlıdır.

Yas tutmayı yalnızca ölüm ya da boşanma gibi büyük kayıplara bir tepki gibi düşünme eğilimimiz vardır. Oysa basitçe herhangi bir kayıp ya da değişikliğe verilen psikolojik bir yanıttır. Yitirilen şey aile yadigarı bir eşya olabileceği gibi bir umut, bir ülkü, bir arkadaş, bir grup aidiyeti,  bir sevgili hatta eski bir kendilik olabilir.

Kaybedilen araba anahtarı bile olsa kayıp bizim kontrol etme ve öngörme yanılsamamıza darbe indirir. Ağır şekilde kayba uğradığımızda ise ilkel terk edilme ve çaresizlik korkularımız bilinçdışında yeniden canlanır.Bebekliğinden itibaren insan olmanın başkalarına gereksinim duymak olduğunu biliriz. Besleyecek ve giydirecek biri olmazsa bebek ölür. Biraz daha büyüyünce bir annenin sevgisi olmadan yaşayamayacağımızı psişik olarak algılarız.İster gerçekleşmiş ister tehdit şeklinde olsun ayrılma tehlikelidir ve öğrendiğimiz ilk gerçek budur.

  • Yas süreci, yitirilen kişi ile ilişkimizin yeniden ele alındığı, değerlendirildiği ve bu değerlendirme sonucunda kendimize, yitirdiğimiz kişiye ve dünyaya dair yeni bilgiler kazandığımız; bazen de “ bilginin ötesine geçerek bilgelik elde ederek” çıktığımız bir süreçtir.
  • Yaşanılan duyguların şiddeti ve süresi her bireyde farklılık gösterse de, genel olarak yas sürecinin benzer özellikleri ve dinamikleri vardır.
  • Bazılarını ölen kişinin özelliklerini özellikle son hastalığı sırasında gösterdiği bazı belirtileri ya da felaket sırasında göstermiş olabileceğini davranışları sergiledikleri yas tutan birini bir çeşit bilinçdışı taklit yaptığı gözlenir.

Aslında yas süreci; iç dünyamız ile gerçek arasında bir uyum sağlayabilmek için yaptığımız uzlaşma işidir. Eğer sağlıklı bir yas tutamazsak; hala geçmişin melodisini göre dans ettiğimiz için bugüne ayak uyduramayız.

  • Yaşamımızın gidişi bu kayıpları ve kopmaları gerçekleştirebilme ve kayıplara uyum sağlayabilme ve bu değişimi büyüme aracı olarak kullanabilme yeteneğimizi bağlıdır .
  • Yası tam olarak tutulmamış kayıplar başka bir deyişle uyum sağlayamadımğımızdeğişiklikler yaşamımıza gölge düşürür enerjimizi yırtar ve bağlantı kurma yeteneğimizi bozar.
  • Eğer yas tutamıyor hep eski sorunların düşlerin ve ilişkilerin kölesi olarak kalırız.
  • Her kayıp bir kaçınılmaz bir keder içine sürükler
  • Her kayıp tüm geçmiş kayıpları canlandırır
  • Her kayıp eğer tam olarak yası tutulabilirse büyüme ve yenilenme için bir araç olabilir

Ölüm almak istediğinde bırakamıyorsak yaşam gerektirdiğinde de genellikle tutunamayız ve  yaşamımızda değişiklik yapamaz, yaşama ayak uyduramaz ve yakın ilişkileri sürdüremeyiz.

Yas, kişinin kayıp karşısında verdiği doğal bir tepkidir. Yas süreci bir kayıp ya da kayıp tehdidi sonucu başlayabilmektedir. Belli bir kültürel bağlam içinde gerçekleşen, kurallı, bireysel ve toplumsal bir yaşantı olarak görülür. Yas acı verici bir yaşantı olmakla birlikte, kişinin bedensel ve sosyal işlevlerini de etkiler. Kişilerin çoğu bu duruma zaman içerisinde uyum sağlar ve yaşamlarına kaldığı yerden devam eder. Fakat bazı kişiler belli bir zaman dilimi içerisinde yasını çözememekte ve bu yas süreci kronik bir seyir kazanabilmektedir.

Yas, sadece sevilen bir kişinin ölümünden sonra değil, yatırım yapılan her türlü nesnenin kaybıyla oluşabilir. Kayıplar somut ve gelişimsel olarak sınıflandırılabilir.

Somut kayıplar; bir kişinin ölüm, ayrılık gibi sebeplerle kaybını; düşme ile sonuçlanan gebelik gibi beklenen bir sevgi nesnesinin kaybını ve organ kaybı ya da bir organın işlevinin kaybı gibi kayıpları içermektedir.

  • Gelişimsel kayıplar; kişinin normal gelişim süreci içinde karşılaştığı ve karşılaşacağı kayıplar olarak ifade edilir. Bu kayıplar anneyi kaybetme kaygısı, sevgisini kaybetme kaygısı, üst benlik kaygısı ve vücut parçalarını kaybetme kaygısı olmak üzere sınıflandırılır

1.kişinin duygusal yapısı. Çocukluk gereksinimleri yeterince karşılanmamış ya da bir dizi kayıp yaşamış kişiler keder duymakta güçlük çekebilirler

  1. Kaybedilen ilişkinin doğası:aşırı bağımlı ya da bitmiş meselelerle yüklü bir ilişkinin bırakılması daha zordur
  2. Kaybın koşulları ile ilişkilidir: birisi aniden ya da kötü bir içinde ölürse bu ölümü kabullenmek daha geç olur
  3. Kültürlerde kederin dışa vurulmasına karşı getirilen kısıtlamalardır.
  • Yaşamdaki geçişleri ele alma yeteneği bir anne ya da bizi büyüten bir kişi ile ilk etkileşimlerle başlar.
  • Eğer bu erken etkileşimler genelde sürekli güven verici ve sevgi doluysa değişiklik karşısında başvurulacak depolar var demektir.
  • Yaşam boyunca vazgeçebilme yeteneğimiz bir sonraki adımı atmaya hazır olmamız, çevrenin güveni çevremizdeki kişilerin desteği ve geçmişteki kayıpları bırakma sicili ile doğrudan orantılıdır
  • Yas sürecimiz parmak izlerimiz kadar kişiseldir. geçmişteki yiyim öykülerimiz ve ilişkilerin özellikleri tarafından belirlenir aynı aile içinde bile herkesin kederi son derece kişiseldir
  • Yas tutma işi fiziksel bir yaranın iyileşme sürecine benzetilebilir.Fiziksel olarak ne kadar hızlı onarıldığımız kesiğin derinliğine, önceki yaralara, enfekte olup olmamasına, bulunduğu yere, ve özelliklerine bağlıdır.
  • Tıpkı ufak bir kayıp bir taşınma ya da iş yaşamındaki bir yükselmenin geçmişinde ayrılma güçlüğü yaşayan birini belirgin şekilde sorunlara boğması gibi küçük bir sıyrık hemofilik birinin yaşamını tehlikeye sokabilir.Önceki etkileşimler güven verici ve destekleyici ise, değişiklik karşısında adım atabiliriz. Özellikle sosyal destek sistemimiz ve  güvenli bağlanma stiline sahip olmamız bu süreci atlatabilmemizde çok etkilidir.
  • DSM-V’ de ise yas, “daha ileri çalışma için koşullar” başlığı altında ” yer bulmuştur.

Yeni yas kriterlerini özetleyecek olursak;

  • En az 12 ay önce yakın bir arkadaşın ya da aile üyesinin kaybı, bu süre çocuklar için en az 6 ay olarak belirtilmiştir.
  • Ayrılık sıkıntısı ile ilgili dört semptomdan;
  • özlem,
  • yoğun üzüntü,
  • ölen kişi ve
  • ölümün koşulları ile meşguliyet) en az birinin olması.
  • Ve de 12 ek semptomdan en az altısının olması
  • Kabullenmede zorluk;
  • Şok, uyuşukluk hissi;
  • Olumlu hatıralardan söz etmekte zorluk;
  • Kayıp ile ilgili öfke ya da acı;
  • Kendini suçlama;
  • Kaybı hatırlatan her şeyden kaçınma;
  • ölenle birlikte olabilmek için ölme isteği;
  • diğer insanlara güvenmekte zorluk;
  • Yalnızlık; yaşamın anlamsızlığı ya da boşluk hissi;
  • kişinin yaşamdaki rolünde karışıklık ya da bir parçasının öldüğü hissi
  • Ve son olarak etkinlikleri sürdürmekte ya da gelecek ile ilgili planlar yapmakta isteksizlik ve zorluk yaşama,

Bu bozukluk klinik açıdan ciddi bir sıkıntıya veya sosyal, mesleki ve diğer alanlarda bozulmaya yol açar. Son olarak yas tepkisi kişinin yaşına uygun normlarla ya da dini ve kültürel özelliklerle tutarsız olarak yaşanır şeklinde özetlenebilir.

  • Normal yas, sevilen bir kişinin kaybının ardından verilen doğal bir yanıt ve kendini sınırlayan bir süreçtir. Kişilerin kayıp karşısında verdikleri tepkiler farklı olmakla birlikte, bu alanda çalışan çoğu araştırmacı ve klinisyen gözle görülür bir yas sürecinin olduğunu ve bu sürecin tamamlanması için birbiriyle örtüşen belli evrelerden geçmesi gerektiğini düşünür.
  • Kayıp yaşantısına verilen tepkiler oldukça geniş ve çeşitlilik gösterir. Literatüre bakıldığında yas belirtileri bilişsel, davranışsal, duygusal ve bedensel açılardan değerlendirilmiştir.
  • Bedensel belirtiler; ağız kuruluğu, boğazda sıkışma hissi, nefes darlığı, çarpıntı, halsizlik, midede boşluk hissi, kaslarda güçsüzlük, uyku düzensizliği, iştahsızlık gibi belirtilerdir
  • Bilişsel açıdan belirtiler erken evrelerde görülüp çoğunlukla kısa süre sonra kaybolurken bazen de devam edip depresyona yol açabilirler.
  • Bu belirtiler; inkar, dikkati toplamada güçlük, şaşkınlık, işitsel ve görsel varsanılar, ölen kişi hala yaşıyor hissi, ölen kişi ile ilgili aşırı zihinsel meşguliyet şeklindedir
  • Davranışsal açıdan bakacak olursak; ağlama, aşırı hareketlilik, sosyal içe çekilme ve sosyal ilişkilerde bozulma, ölenle ilgili rüyalar görme, ölene ait eşyaları saklama, öleni hatırlatan yerlere gitme ya da tam tersi kısa süreli de olsa öleni hatırlatan şeylerden kaçınma şeklinde sıralayabiliriz.

Yas Sürecinin Evreleri:

Yas süreci genel olarak 2 aşamaya ayrılabilir:

  • Birincisi kaybın ya da kayıp tehdidinin (Örneğin ölümcül bir hastalık olması gibi) olduğu anda başlayan kriz dönemindeki kederdir. Bu dönemde bedenlerimiz ve zihinlerimizi direnir, ölümle yüzleşmekten kaçınmak için yadsımanın bölmenin pazarlıkların sıkıntı ve öfkenin içine girer çıkarız acı gerçeği özümsedidikçe kriz dönemi sona erer.
  • Birçokları yas tutmanın ölümü kabul etmeyle birlikte sona erdiğini varsayar. Aslında yas tutmanın Evresi henüz başlamaktadır. Ancak ölümün gerçekliğini bir kez kabul ettikten sonra ilişkiyi artık bizi sürekli uğraştırmayacak bir anıya dönüştürmek için gereken ince ve karmaşık uzlaşma işine başlayabiliriz.
  • Yadsıma: ilk anda ölüm karşısında yaşanan şok tepkisi sonucu genellikle ölümü yok sayma ve yadsıma eğilimi içine gireriz. Yadsıma şoku emerek feci gerçeği yavaş yavaş emmemize yardımcı olan bir tampon görevi görür. Ölü evini ziyaret etme, cenazeye katılma gibi ritüeller bizi ölümün gerçekliği ile yüz yüze bırakır. Ancak gerçeğin bu türden bir sınanması eksik kalırsa yadsıma sürebilir. Yadsıma şok ve emerek korkunç gerçeği yavaş yavaş sindirmek konuusnda bize yardımcı olan bir tampon gibi işlem görür.
  • Bölme: yadsımanın bir başka şeklidir. Zihnin bir yanı yitimi yadsırken; diğer yanı yitimi bilmesine izin verir. Normal yas tepkisi içinde verilen bir tepkidir, örneğin kedere gömülmüş bir dul, dışarıda kocasının araba sesini duyduğunda, ya da bir zamanlar yaptığı gibi köpeğini gezdirdiğini gördüğünde bölme işbaşındadır. Kültürümüzde ölen kişinin eve uğradığını, arada ziyaret ettiğine inanmak bu bölme mekanizmasının bir işlevidir.
  • Çünkü “uğramalar” vasıtasyıla geride kalanlar ölenin ziyaretini beklerler bunu vedalaşmak için son bir fırsat olarak görürler ve rahatlık duyarlar.
  • Pazarlık etme: yitimin olduğuna dair yüksek düzeyde bir farkındalık vardır, fakat direnç, bizi kederle pazarlıklara oturtacak kadar işi uzatır. Ayrılıktan önceki son günleri, haftaları ve saatleri geri getirmeye çalışarak yeniden yaşarız. Örneğin, kardeşinin cenazesinden dönen genç bir kadın, uzakta yeşil bir levha görür. “eğer eve kadar olan uzaklığı doğru tahmin edebilirsem, ölüm kötü bir rüyaydı” der.
    Pazarlıkların yanında bir dizi “şunu yapmalıydım”gibi suçluluk duyguları oluşur. Örneğin “son gece uyumayıp onunla oturmalıydım. Onu sevdiğimi söylemeliydim” gibi. Bu tepkiler yine normal yas sürecinin bir parçasıdırlar. Bu geçici suçluluk anları kriz evresindeki kederde belirgindir. Bazı kültürler suçluluğun dışavurumunu benimser ve bunu kültürün içine yedirir. Bunlar:Hayır işleri, yakasını paçasını yolma, kendine zincir vurma gibi değişik ritüller de olabilir.
  • Depresif Duygular: önemli bir insanı veya bir şey kaybetmek, reddedilme, güçsüzlük ve çaresizlik duygularını harekete geçirdiği için yitimin gerçekliği yavaş yavaş içimize işledikçe iç sıkıntısı duyarız. Yaşadığımız sıkıntı, psikolojik dengemizde aksaklıklar olduğuna işaret eden bir dizi duygusal işretlerdir. Beden ısımızdaki yüksekliğin fiziksel işlevlerimizde bir sourn olduğunu gösterdiği gibi sıkıntı da psişik dengemizin bozulduğuna işaret eder. Dünya korkulacak bir yer haline gelebilir.
  • Ölüm aynı zamanda kendi ölümümüzü de aklımıza getirerek zarar görmeyeceğimize dair inançlarımızı da sarsar ve kendimizi tehlike ve panik içinde bulabilir ya da yakınlarımızın başına bir şey gelir diye endişe duymaya başlayabiliriz. Hepimiz dünyanın tahmin edilebilir veya kontrol edilebilir bir yer olduğunu düşünme eğilimi içindeyizdir; ancak sevilen birinin kaybı kontrol duygumuzun zarar görmesine ve dünyanın tahmin edilemez ve tehlikeli bir yer olduğuna dair inançlarımızın oluşmasına neden olabilir. Böyle bir durumda güvenlik duygusunun kaybıyla birlikte karar vermekte güçlük çekebilir, kendimizin ve diğerlerinin davranışlarına güvenmekte zorluk yaşayabiliriz
  • Öfke: birisi istemeden de terk etse, geride kalmak bizi çileden çıkartır. Ölen yada bizi bırakan birine nasıl deli gibi öfkelendiğimizi pek ender kabul ederiz. Bunun yerine öfkemizi başka şeylerden çıkarmaya eğilimliyizdir. Ancak belirli bir öfke, gerçekleri kabul etmeye başladığımızı gösteren sağlıklı bir işarettir. Ölen birisine öfke duyarız. Bunu ondan çıkaramaz doktoroundan cenazede olan bazı şeylerden yakınır ya da boşanma avukatına patlarız.Kriz döneminde çoğu insanda yukarıda bahsi geçen tepki ve duygular yaşanabilir. Yaşanılan şeyler normaldir ve yas sürecinin bir parçasıdırlar. Tek bir öfke dalgası, tek bir yadsıma, bölme, pazarlık etme döngüsü ender olarak yeterli olur.

Bu dönemler, gerekli düzeyde bağışıklık elde edebilmek için yapılan bir dizi aşılama gibidir.

Her birey yas sürecini farklı yaşar. Bir bireyin nasıl yas tutacağını belirleyen şey yasla kişinin baş etme yeteneklerine, bireyin kişilik yapısına, yaşam deneyimlerine, sosyal destek sistemlerine, kişilerarası ilişkilerine, ölen kişinin bireyin hayatındaki yeri ve anlamına göre değişiklik gösterir.

  • Genel olarak yas sürecinde birey birkaç hafta içinde iş yaşamına dönebilir, birkaç ay içinde sosyal rolleri ile denge kurmaya ve yaklaşık 6 ay–1 yıl içinde de yeni ve sağlıklı ilişkilerle hayatına yeni bir yön vermeye başlayabilir. Bu süreçte psikolojik bir destek almak kişiye süreci daha kolay atlatabilmesinde  çok yardımcı olacaktır.

Psikoterapist Dr.Hüseyin Doğan

Bir Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »
Scroll to Top